Kadıköy taraflarına gittim geçenlerde yönetmen bir arkadışımla, orada mehşur bir cafe varmiş, yeldeğirmeninde küflü kafe mi tüflü kafemi ne! ... bunca yıllık İstanbullu olmama rağmen gözümden kaçmış burayı fark edememişim. Ne bileyim sokağa girdiğimizde bizim semtin sokaklarına benziyordu, bizim sokaklar denizi görmüyor orası uzaktanda olsa denizi görüyordu. Bir kafede oturalım bir şeyler içelim dedim. Sıradan sokak arası kafe gördük oraya oturmak istedik nereden bilelim deniz görüyormuş kıyısından köşesinden sadece çay kahve içecek ve bir başka yönetmenle sohbet edip gidecektik. Kafeye yaklaştığımızda, birden irkildik ne oluyor dedik üstümüze başımıza kafenin sundurmasından küfler döküldü battı elbiselerimiz ne oluyor dedim martılar küfmü biriktirmiş diye düşündüm, ama entresan birseydi küf sadece bizim üzerimize dökülmüştü kafede duran çakma badigarda benzeyen kravatsız müdür ve yaverlerinin üzerine küf dökülmüyordu. Sonra dedik böyle pis pis olmaz içerde...
İnsan kalbinin, bir kaç kez affetmek gibi bir derdi var... Sonrası Kalpten kopmuş bir dil sadece Kalbin heybeti işte tam da bu nokta' da ortaya çıkıyor, ürpertici olan yanıt alamamak, aynaya tekrar tekrar bakıp kendi yüzünü görmeye çalışmak gibi bir şey...ve sonra gölgelerin arasında sıra dışı bir yürüyüş...ruhları ölmüş ama bedenleri dimdik ayakta bir sürü gölge..koskoca bir şehir karşında durur ve sen izlersin affetme yetisini yitirmiş bir sürü gölgeler...
Yine nüksetti yazmak, karanlık kuyulardan, idam sehpalarında ki ilmik ten derin bakışlarından çıkarıyorum kayalara takılmış kelimeleri ve seni olanca gücümle seviyorum. Besliyorum avuclarımla gölgeni...kaybetmenin korkularını, ıssız bir yerde boğuyorum...bir uçurtma uçurdum bugün kalbimden kalbine...
Yorumlar
Yorum Gönder